Düşünce ve sanat adamları sözleri ve yazılarıyla dile değer kazandırırlar. Bu işi, dile yenilikler getirmekten çok onu bükmek, olanaklarını çoğaltmak, gücünü artırmak yoluyla yaparlar. Yeni sözcükler getirmezler. Onları zenginleştirirler, anlamlarını ve kullanımlarını, sağlamlaştırır, derinleştirirler onlara alışılmamış bir çeşni verirler; ama bunu da dört bir yanı düşünerek, ustalıkla yaparlar. Zamanımızın yazarlarına bakınca herkesin harcı olmadığı anlaşılıyor bu işin. Herkes gibi konuşmayı küçümseyerek cüretli işlere girişiyorlar. Ama hünersizlik ve zevksizlik yüzünden yaya kalıyorlar.
Ortaya bir sürü zoraki tuhaflıklar; soğuk, anlamsız yapmacıklar çıkarıyorlar, bunlar anlatılmak istenen şeyi yükseltecek yerde alçaltıyor. Yenilik oldu mu bayılıyorlar.
İşe yarayıp yaramadığı umurlarında değil. Yeni bir sözcük kullanmak isteğiyle eskisini atıyorlar, çoğu kez de attıkları sözcük yenisinden daha kuvvetli, daha diri duruyor.
Dilimizde zengin olanaklar görüyorum; ama onu pek az işlemişiz. Avda ve savaşta kullandığımız kaba dille neler yapılmaz; dilden bol bol sözcük alabiliriz. Konuşma dilinin deyimleri otlar gibi yer değiştirdikçe daha gürbüz, daha bereketli oluyor.
Dilimiz zengin olmasına zengin ama, daha fazla
kıvraklık ve sağlamlık ister. Çok yerde coşkun bir
düşünceyi kaldırmıyor. Sıkı bir yürüyüşe geçtiniz
mi, dil gevşeyip kalıyor. O zaman Latince’ye yahut
Yunancaya başvurmak zorunda kalıyorsunuz.
Halkın ağzındaki sözcüklerin gücünü biz kolay
kolay göremiyoruz. Çünkü orta malı olarak
kullanıla kullanıla bu sözcükler ayağa düşmüş,
güzellikleri bayağılaşmış. Nice değerli sözler, güzel
benzetmeler vardır ki halkın ağzına düştükten
sonra, zamanla renkleri bulanmış, güzellikleri
solmuştur. Ama burunları koku alanlar bu
deyimlerin tadına varırlar, onları ilk kez söylemiş
olanların değeri de yere düşmekle kaybolmaz.
Bilimler de her şeyi pek fazla inceltiyorlar; herkesin bildiği doğal yoldan çıkarıp, bambaşka ve yapmacıklı bir kılığa sokuyorlar. Bizim evde uşaklık eden delikanlı aşkın ne olduğunu biliyor, içinde de yaşıyor. Ona Leon Hebreu’yü, Ficin’i okuyun. Bu adamlar ona kendinden, kendi düşüncelerinden, kendi yaptığı işlerden sözedecekler ve o, hiçbir şey anlamayacaktır bunlardan. Aristo’yu okurken onda benim duyduğum, yaşadığım şeyleri tanımaz oluyorum.
Her şey okulun gerektirdiği bir kılığa bürünüyor. Bundan ne kazanılıyor bilmem! Ben olsam onlar gibi doğayı sanatlaştıracak yerde sanatı
doğallaştırırdım.
BU DENEMENIN VERMEK ISTEDIGI ILETININ OLUŞTURABİLECEĞİ OLUMSUZ YÖNLERI HAKKINDA BIR KONUSMA HAZIRLAYINIZ