KİTAP
“Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana Neşideler Neşidesi veya Kur’an. Senin kitabın hangisi?”
Dostoyevski, “Avrupa’yı kendimizden çok daha iyi tanıyoruz”, diyor. Biz ne kendimizi tanıyoruz, ne Avrupa’yı.
Tarihimiz mührü sökülmemiş bir hazine. Sosyologlarımız bir Kızılderili köyünü keşfe gider gibi, alan çalışmalarına koyuluyorlar. Avrupa’yı, Avrupa’nın istediği kadar tanıyoruz.
Ne var ki ihtiyar Batı da hafızasını kaybetmişe benziyor. UNESCO, kitap yılında, kitap için yazılmış en güzel eseri
hatırlayamadı: Susam ve Zambaklar.
Susam ve Zambaklar Ruskin’in (Iraskin) en çok sevilen, en çok okunan kitabı. Şöyle diyor Ruskin: “Kendimize dost seçeceğiz. En iyilerini seçmek istiyoruz, ama nerede bulacağız o dostları? Kaç kişiyi tanıyoruz?
Her istediğimizle tanışabilir miyiz? Talihimiz yâr olursa, uzaktan görebiliriz büyük bir şairi, sesini duyabilirsek
ne devlet… Bir bakanın odasında on dakika kalmak, bir kraliçenin bakışlarını bir saniye üzerimize çekmek,
ümit edeceğimiz bahtiyarlıkların en büyüğü. Ama hep buna benzer mesut tesadüfler peşindeyizdir. Yıllarımızı,
duygularımızı, kabiliyetlerimizi harcarız bu uğurda. Sayısız zilletlere katlamaz. Bize her an kollarını açan bir
dostlar topluluğundan habersiz yaşarız. İçlerinde hükümdarlar da vardır, devlet adamları da. Günlerce şikâyet
etmeden iltifatlarımızı beklerler. Ağız açmalarına izin vermeyiz. Filhakika seçiş hürriyetimizin hudutsuz olduğu
tek dünya: kitaplar dünyası.”
Ruskin kitapları ikiye ayırır: Geçici olanlar, kalıcı olanlar. Geçiciler faydalı veya tatlı birer konuşma: Seyahatnameler, hatıralar. Bunlar kitaptan çok bir nevi mektup, bir nevi gazete. Kalıcı kitap, sohbet değil, yazıdır. Birkaç
sayfaya sığdırılmak istenen bütün bir hayat. Ebediyete yollanan mesaj. Kimsenin söylemediği ve söyleyemeyeceği gerçek. Yazar, o birkaç sayfayı kaleme almak için gelmiştir dünyaya. Mümkün olsa taşa kazır fikirlerini.
Kütüphane, bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzleri ile dolu. Bu ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı,
liyakat. Mabede bayağılar giremez. Diriler naziktir, ölümsüzler titiz. Gerçekten severseniz konuşurlar sizinle.
Bir kitabı okurken “ne güzel kitap” deriz, “yazar da tıpkı benim gibi düşünmüş”. Yanlış, şöyle dememiz gerekirdi:
“bunu daha önce hiç düşünmemiştim ama, galiba doğru.” Yahut, “belki şimdi anlayamıyorum, birkaç gün sonra
anlarım.” Önce teslimiyet, anlamak cehdi. Sonra hüküm. Yazarın gerçekten değeri varsa, düşüncesini, bir
hamlede kavrayamazsınız. Söylemek istediklerini bütünü ile söyleyemez yazar, söylemek de istemez. Gizler,
istiarelere başvurur.
Güzel sabahları kucaklayan sis gibi güzel eserleri saran bu sis de tabiî. Düşünceye cazip ve parlak bir biçim
vermek küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken
avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez. Derin bir düşünceyi anlamak, o düşünceyi kavradığımız anda
derin bir düşünceye sahip olmaktır. Kendi içine, kendi kalbine inmektir. Nesneleri bulutlar arkasından görürüz.
Düşünmek bu sisleri yırtarak aydınlığa varmaktır.
Yazar düşüncesini yardım olsun diye sunmaz. Bir mükâfattır bu. Lâyık mısınız, değil misiniz? Anlamak ister.
Tabiat da öyle değil mi? Altın neden toprağın derinliklerinde? Okurken araştırmaya çıkacağınız maden: yazarın
düşüncesi veya niyeti. Araçlarınız: zekâ ve bilgi. Kayayı kıracak, madeni eriteceksiniz. Önce kelimeyi fethedeceksiniz, sonra heceleri, harfleri.
Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin.
Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asıl olanları âdilerinden ayırsın. Karanlık kelimeler vardır, arılar gibi vızıldayan
kelimeler. Taşıdıkları hiçbir düşünce yoktur, kimse tarafından anlaşılmazlar. Ama yine de herkesin ağzındadırlar. Onlar için yaşanır, onlar için ölünür: Hayalimizin rengine bürünürler. Göremeyiz onları, pusudadırlar. Ve bir
atılışta parçalar bizi. Dilimizin her kelimesi başka bir dilden gelmiştir. Nice, ülkeler dolaşmıştır bize gelinceye
kadar. Ciddi olarak okumak isteyen Yunan alfabesini öğrenmeli (Ruskin İngilizlere söylüyor bunu). Her dilden
lügatlar bulunmalı kütüphanenizde. Okuduğunuz metinde hiçbir karanlık kelime kalmamalı.
Büyükler, bayağıları meclislerine kabul etmez. Bayağı, hissetmeyendir. Sevmeyen, sezmeyen, anlamayandır.
Akıl doğruyu gösterir; iyi ile kötüyü ayıran: gönül. Büyük ölülerin dostluğuna, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak
için de koşmalıyız. Gerçek bilgi, disiplinli ve denenmiş bir bilgidir.
Gerçek heyecan imtihandan geçmiş bir heyecan. İlk coşkunluklar boştur, aldatıcıdır. Kapıldınız mı uzaklara
sürükler sizi. Duygunun asaleti, kuvvet ve isabetindedir. Açılması yasak bir kapıyı zorlayan çocuğun, efendisinin eşyalarını karıştıran uşağın tecessüsü, terbiyesiz bir tecessüs. İnsanlığın bilgi susuzluğunu gidermeye
Türk Dili ve Edebiyatı 9. Sınıf /1. Tema
çalışan tecessüs, asil. Bizi bir dedikodunun teferruatına zincirleyen alâka, serseri bir alâka; can çekişen bir
toplumun acılarına ortak eden alâka, insanca.
İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil, bir yığın. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir
temele dayanmaz. Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince arslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır.
Okumaktan hangi hakla sözediyoruz? Okuma terbiyesinden önce, çok daha mühim, çok daha âcil disiplinlere
muhtacız. Böyle bir ruh haleti içindeki insanlar nasıl, neyi okuyabilirler? Büyük bir yazarın tek satırını anlamaları
imkânsız.
Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz. Tek kaygısı para olan bir yığın yaşayamaz. Düşünceyi
küçümsüyoruz. Kitaba harcadığımız parayı, atlar için harcadığımızla kıyaslarsak, yerin dibine girmemiz gerekmez mi? Kitap sevene, kitap delisi diyoruz. Kimseye at delisi dediğimiz yok. Kitap yüzünden sefalete düşen
görülmemiş. At uğrunda iflas eden edene(…) En güzel kitap bir kalkan balığı fiyatına. Alan nerede? Umumi
kütüphaneler resmî ziyafetler kadar pahalıya mal olsa idi hükümetimizin daha çok iltifatına mazhar olurdu
şüphesiz. Kitaplar bileziklerin onda biri kadar etse beyefendilerimizle hanımefendilerimiz arada bir okumak
hevesine kapılırdı belki. Birçokları kitabı ucuz olduğu için almaz. Düşünmez ki kitabın tek değeri okunmasındadır. Bir değil birçok defalar okunmasında, çizilmesinde, tanınmasında.
Felaketimizin kaynağı kültür yokluğu. Bizi helak eden ne ahlâksızlık, ne bencillik, ne kafamızın ağır işlemesi.
Bir öğrenci kayıtsızlığı içindeyiz. Hoca tanımadığımız için yardım görmemize imkân yok.
Hayatı anlamadan geçip gidiyoruz. Olgunlaşmak kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek,
ruhun daha huzurlu olması demek. İçlerinde böyle bir canlılık, böyle bir hayat coşkunluğu duyanlar dünyanın
biricik hâkimleridir. Bütün diğer hükümdarlıklar bu saltanatın maddîleşmesi, fakirleşmesidir: Bir nevi tiyatro
krallığı. Gerçek hükümdarlar ebediyen hükümrandırlar. Hazineleri yağma edildikçe zenginleşirler.
Meclisten tahıl için kanunlar geçirdiniz. Şimdi başka bir tahıl sözkonusu. Daha nefis, daha besleyici bir ekmek
sağlayacak, bir tahıl: susam. Bu susam, kapıları açan büyü. Harami mağaralarının kapılarını değil, hükümdar
hazinelerinin kapılarını: kitap.
Cemil Meriç
Bu Ülk
Metindeki Nesnel Yargılar
1. Her Toplum Bir Kitaba Dayanır
Kayra_Gamer’ın “Her toplum bir kitaba dayanır: Ramayana Neşideler Neşidesi veya Kur’an” sözleri, üzerinde uzlaşılmış genel kabul gören bir görüşü yansıtsa da, bu ifadeyi mutlak gerçek olarak kabul etmek mümkün değildir. Her toplumun mutlaka bir kitaba dayandığı savı, kültürel veya dini öğelerin zamanla evrim geçirip çeşitli kaynaklara dayandığını göz ardı eder. Ancak, burada verilen Ramayana ve Kur’an örnekleri, bu iki eserin Hindistan ve İslam dünyasında ne denli etkili olduğuna dair genel bir bilgi verir. Yani, bu metinlerin toplumsal ve kültürel etkisi konusunda yapılan çıkarımlar, tarihsel ve kültürel bir perspektife dayanarak nesnel bir gerçeklik kazanabilir.
2. Dostoyevski ve Avrupa’nın Tanınışı
Dostoyevski’nin “Avrupa’yı kendimizden çok daha iyi tanıyoruz” ifadesi, bireylerin kendi kültürlerinden ziyade yabancı kültürlere daha fazla odaklandığını belirtir. Bu ifadeyle, Cemil Meriç, kültürel yabancılaşmaya dikkati çeker. Ancak bunun nesnel bir yargı olması tartışmalıdır çünkü bireylerin kendi kültürlerini yabancı kültürlerden daha iyi tanımaları kişisel deneyimlerine ve çevresine bağlıdır.
3. UNESCO ve “Susam ve Zambaklar”
UNESCO’nun kitap yılını kutlamasına rağmen “Susam ve Zambaklar” eserini hatırlamaması, spesifik bir durumun ifadesidir. Bu durum, UNESCO’nun belirli bir eseri unuttuğuna dair tarihsel veya belgelenmiş kesin bir veri olmadıkça sadece bir iddiadır. Ancak "Susam ve Zambaklar"ın Ruskin’in en çok sevilen eserlerinden biri olarak kabul edilmesi daha ziyade geniş okuyucu kitlesi tarafından doğrulanabileceğinden nesnel bir yargı olarak değerlendirilebilir.
4. Geçici ve Kalıcı Kitaplar
Ruskin’in kitapları geçici ve kalıcı olarak ikiye ayırması, öznel bir değerlendirmedir. Geçici kitapların seyahatnameler ve hatıralar olduğu, kalıcı kitapların ise derin ve zamansız mesajlar içeren eserler olduğu düşüncesi, bireyler arasında değişiklik gösterebilir. Ancak kalıcı kitapların derin bir hayat mesajı taşıdığı söylenirken, varolmayan bir kişi tarafından tartışılan geniş kabul görmüş literatür kuramlarına dayanarak, bu tür kitapların dünyadaki etkisini düşündüğümüzde, bu yargıyı yazılı eserler bağlamında genel bir kabul olarak da görebiliriz.
5. Kitapların Değeri ve Okuma Alışkanlıkları
Metinde, toplumların kitaplara olan ilgisizliğine yönelik ifadeler, örneğin “Kitap sevene, kitap delisi diyoruz. Kimseye at delisi dediğimiz yok.” gibi iddialar, kitabın değerinin nesnel bir gösterimi değildir. Toplumların okuma alışkanlıkları kültürel, ekonomik ve tarihsel birçok faktörle şekillenir. Kitapların bileziklerin onda biri kadar ekonomik değeri olmaması durumunun toplumdan topluma değişiklik göstereceği için, bu ifadeler genelleştirilmiş yargıların örneğidir.
6. Eğitim ve Kültür Eksikliği
“Kendini yığın hâline getiren bir millet payidar olamaz” gibi yorumlar, sosyolojik ve ekonomik analizlere dayanabilir. Ancak, bencil duygusal tepkiler veya gelecek nesillerin başarısızlığı gibi geniş kapsamlı öngörüler, belirli bir toplumun dönemsel koşulları çerçevesinde şekillenir ve bu yüzden mutlak bir nesnellik taşımaz.
7. Büyük ve Küçük Milletler
Büyük ve güçlü milletlerle ilgili yapılan çıkarımlar, örneğin “İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil, bir yığın” ifadesi, kişisel bir gözlem ve yargının ürünü olabilir. Bu tür genel ifadeler, tarihsel olaylar veya kültürel gözlemler doğrultusunda yapılabilir. Ancak milletlerin özellikleri genellemelerle tam anlamıyla açıklanamayacağı için, bu tür yargılara nesnel bir statü yerine, daha çok öznel değerlendirmeler olarak yaklaşmak daha doğrudur.
8. Okuma ve Anlama Mücadelesi
Metinde sıkça vurgulanan okuma eyleminin zorluğu ve bir yazarın gerçek değeri üzerine düşündükleri, edebiyatı ve entelektüel merakı teşvik eder nitelikte olsa da, genel kabul gören standartlara dayanarak eğitim süreçleriyle ilgili bir nesnellik kazanabilir. Ancak bireyler arası farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır.
Özetle, metin boyunca çeşitli iddiaların sıklıkla kişisel deneyimler ve toplumsal gözlemlerden kaynaklandığı görülebilir. Her ne kadar bazı ifadeler sosyal gerçekliklerle örtüşse de, genel olarak bu tür metinlerin yorumlanmasında dikkatli olunmalı ve nesnel yargının sınırları anlaşılmalıdır.